11 Kasım 2012 Pazar

Daha ilkokul çocuğuydum ufaktım.Babam o zamanlar yanımdaydı yani düşünün ne kadar ufağım.Senelerden olmalı 2003.Aylardan da soğuk mu soğuk,karanlık mı karanlık ŞUBAT.
 
Aile geleneğidir eskilerden beri,her bayram önce alt kattaki babannelere inilir;amcalar,halalar,kuzenler hep bir arada bayramlaşma töreni yapılır.Muhabbetler,şakalaşmalar yapılıp harçlıklar alındı mı aşağ mahallede oturan diğer büyük eve gidilir.Annane-dede yanına.Ama o Şubat öyle olmadı.Evet,yine babannemlere inip bayramlaşma yapıldı.Hatta iyi miktarda harçlığı da kapmıştım.Ama annanemlere gitmedik,gidemedik.O, bayramı evinde şekerleri,çikolatalarıyla değil hastanede kolunda serumlarıyla karşılamıştı.Çünkü o adını hiçbirimizin ağzımıza alamadığımız hastalığa yakalanmıştı.Hem de çok uzun bir süredir.En ufağımızdan en büyüğümüze kadar birlik olmuş,kenetlenmiştik.Annem,teyzemler,dayım ve dedem.Yakın akrabalardan birkaç kişi.Dönüşümlü kaldılar o adı batasıca hastanede annanemle birlikte.Bizler de annelerimizi bekledik evlerimizde günaşırı gelecekler diye.Bir süre böyle devam etmişti hayatımız.O süre zarfında çocuk olduğumuz için annanemle görüşütürülmüyorduk,hastanede yattığı servisten enfeksiyon kapma ihtimalimiz olduğu için.Ama ben artık dayanamamıştım.Annanemi anlatamayacak kadar çok seviyor,sevgisini annemle eşdeğer tutuyordum.En sonunda kendimi yalvardım,yakardım,ağladım,zırladım bayramlaşma geleneğimizi nerede ne şekilde olursak olalım sürdürme için hastaneye götürttürdüm.Hava çok soğuktu,ŞUBAT soğuktu..Babamın sıcacık kucağında gittim hastaneye.Ufak çocuğum,olayların ve hastalığın tam farkında değilim.Ama içim içime sığmıyor,durduğum yerde duramıyorum.Hafızamdan hiç gitmeyen odaya girdik.Ufak bir oda.Pencere kenarında yatağı,yanında komidini dolabı diğer yanında da koltuğu olan kutu kadarcık bir oda.Koridorlarda suratsız hemşireler,hastabakıcılar.Adı batasıca hastane kasavetli,hüzün dolu.Benim gözüme tek ışık saçan şey o odada ki annanemdi.Aylardır göremediğim,gördüğüm anda da kokusunu doya doya içime çektiğim annanem..Suratsız hemşirelerden gizli girdiğim için odaya çok duramadım,taşı çatlatsak belki 5 dakika..Yetmemişti ama olsundu,bir daha gidecektim annanemin yanına.Onu çok özlüyordum,ve o beni görünce iyileşirdi.Severdi beni,biliyorum.Ben de onu çok severdim,hala da seviyorum.Şöyle bağrına bastığındaki kokusu hiç gitmez benden,hiç.
 
Velhasıl ben adıbatasıca yere bir daha gidip,annaneme bir daha görüşme planları yaparken her şeyden büyük Allah aldı onu yanımızdan.Görüşmemizden 1-2 hafta sonra.Soğuk bir Şubat sabahı,soğuk bir pazartesi sabahı..Takvim 24 ŞUBAT'ı gösterirken..Zamansız gitti,pek aklım ermiyordu çünkü doyamamıştım daha annaneme..Ben değil kimse doyamamıştı ki.52 yaşında,gencecikken gitti aramızdan..
 
Annanem ağırlaşınca gece gelen telefonla gitmişti annem.Sabah uyandığımızda ise babam işe gitmiş olacaktı ki abimle ben evde tektik.Babannem sessizce kapıyı tıklatıp,abimin kulağına bir şeyler fısıldamıştı.Meraktan ölmüştüm acaba ne söyledi diye.Anlamam çok uzun sürmemeliydi aslında abim ağlarken.Ama çocukluk bu ya kavrayamadım.Konduramadım annanemin kötü haberinin geldiğine.Bana da bir şey söylenmeyince normal hayatımıza devam ettik o gün.Ta ki 'Salih abi başın sağolsun' cümlesini duyuncaya kadar..Babannemlerde kuzenlerle hararetli hararetli oyun oynarken duyuverdim ben bu cümleyi.O an dün gibi aklımda..Kapkaynar sular dökülmüş gibiydi başımdan aşağı.Başlamıştım ağlamaya,sorular sormaya.Meğersem  annem istemiş durumun benden saklanmasını.Ertesi gün salı,babannemi elinden sürükleye sürükleye annanemlere götürtürmüştüm.Binanın içinde sayısız ayakkabı,gürültüler,uğultular,yürüdükçe daha da netleşen ağlama sesleri.Ufak teyzemin ağlayarak yakınmaları..Kapıyı açtığım gibi üzerime dikilen sayısız gözler..Kıpkırmızı gözler..Napacağımı bilememiştim.İçeri girmeye,adım atmaya bile yer kalmamıştı.O kadar çok seveni vardı ki o güzel kadının.Onun için okutulan bütün mevlidlerde evlere sığmazdı insanlar.O an attım kendimi insanların arasına.Daha önce defalarca annanemle birlikte uyuduğum yatak odasına gittim.Ayaklarım insanları eze eze oraya doğru giderken bir anda ürperdim.Nasıl girecektım onun bir daha hiç giremeyeceği odasına? Nasıl bakacaktım bir daha hiç koyun koyuna yatamayacağımız yatağına? Odasına girdiğimde orasıda kalabalıktı.Peşimden annemin,teyzemlerin geldiğini anımsıyorum.İçimden nasıl geldiyse ağladım.Bağırdım,sarıldım ve ağladım.
 
Sonraki gelen günlerde de onun adı geçtikçe hep ağladık,gözlerimiz doldu,burnumuz sızladı..Ben ilk olarak okutulan 7günlük mevlidinde bronşit geçirdim.Sonra kabakulak,sonra yine hastalıklar..Atlattık ama zor atlattık bu durumu.Yine ailecek kenetlendik.Ve o adıbatasıca Cerrahpaşa'ya gidemedik..Seneler sonra mecburen yakın bir akraba için gitmek zorunda kaldık.Annemin koluna girdim sıkı sıkı;göz yaşlarımızı akıtarak,ayaklarımız geri geri de gitse girdik o hastaneye.
O hastalığın adını da çok zaman sonra alabildik ağzımıza..Kanser..


9 Kasım 2012 Cuma

Başkasına ait olanı sevebilir mi insan ? Düşünebilir mi onu? Bir zararı olmaz mı yoksa yanlış mı olur? Ayıp mı kaçar?Kalbimize,aklımıza söz geçirememiz tamamen bizim suçumuz mu? Yoksa böyle bir durumda yapacak hiçbir şeyimiz yok mu? Muhabbetlerde adı geçtiğinde ne yapmalı? Umursamazca gülmeli mi?Yoksa içinden geldiği gibi mi yapmalı? Karadenizde gemileri batmışçasına uzaklara mı dalmalı? Onun bir başkasıyla kahkahalar atmasına ne demeli? Mutluluğundan mutluluk mu çıkarmalı ? Gerçekten sevmek bunu mu gerektirmeli ? Onun baş rolü rolü kaptığı hayallerimizi ne yapacağız ?Sarıp sarmalasak,saklasak mı herkeslerden? İçimizde,derine,en derine mi kapatsak? Günah mı olur,ayıp mı kaçar? Sahi ne yapmalı kalbimizden geçenin aklımıza gelmemesi için? Yüreğimize daha fazla değip,can yakmaması için? Ne yapmalı başkasına ait olanı benliğimizin her zerresinden silmek için?!
Aşkın en belalısı,imkansız olanıdır.
   İçimin karanlık hallerinden bana da artık gınaa geldi.Ama kurtulamıyorum bu histen.İnsan içine çıkmak,okula gitmek,samimi arkadaş görünümlü ama hiçte samimi olmayan insanlarla bir arada olmak,toplu taşımaları kullanmak..Eziyet geliyor hayatın bazı anlarında resmen.
 
   Her şeyimi paylaştığım bir kaç dost dışındakilerle vakit geçirmek,vaktimi ziyan etmek gibi geliyor.Bazen dört gözle bekliyorum bir şey çıksa da gitseler diye.Yanımda bir tane gerçekten sevdiğim arkadaş bıraksalar bana yeter.Bize yeter yani.Boş muhabbetlerine dayanamadığım anlar oluyor.Artık kendimi tutamayıp gülüyorum alay eder gibi.Artık o an bunu anlayıp anlamamaları beni çok da ılgılendırmıyor.Derin nefes alıyorum,ve yanlarından bir an önce ayrılmak için bahaneler üretiyorum.Oysa ben evimde koltuğuma gömüleyim,abur cuburlarımın yanına da kahvemi alıp oturayım istiyorum.Laptopum önümde açık olsun yazılar yazayım,şiirler ya da çeşitli yazılar okuyayım istiyorum.Sakince kitabımı okumak ise ayrı bir huzur kaynağı.Elif Şafak'ın Şemspare'sini okurken bu durumu anımsatan bir yazısını okumuştum.Yazar olmak,düşünen ve üreten insan olmak boş insanlarla boş vakitler geçirerek olmaz;kendi kendine kalıp yazmakla,okumakla faydalı şeyler edinmekle olur gibi bir mana çıkartmıştım ben.Belki çok hayalperest olacak ama içimden kendime diyorum ki 'Yazar olacak tip var bu kızda!.' Tamam çok da uçmayalım havadan,ama umarım öyledir.Bütün bu bunalmalarımın nedeninin depresyon çıkma ihtimalini hiç birimiz istemeyiz değil mi :)
 
   Gerçi benim antidepresanım belli.Biraz alışveriş,biraz dostlarla yapılan hoş sohbetler,geçirilen eğlenceli saatler..Zaten mecburen insan içine karışıyoruz,karıştıkça da zaman akıp gidiyor;içimize oturan karanlık usul usul kayboluyor..
 
 

3 Kasım 2012 Cumartesi

Çok fazla değil istediğim, aşık olmak istiyorum. Şöyle kana kana, doya doya aşkı yudumlamak istiyorum. Çok sıkıldım adı aşk olmayanlara, aşk gibi davranmaktan. Kendimi mutlu etmek için oyun oynamaktan…
 
Aşık olmak istiyorum, çok bir şey değil aslında ama bazen çok! Önce o gözleri bulacaksın. İçinde gökyüzü, yeryüzü ve sonsuzluk saklı olan, sana bir mucizeymişsin gibi bakan o bir çift gözü bulacaksın.
Sonra o bulduğun gözün kalbine ulaşacaksın. Kalbinin ne kadar temiz kalmış diye bakacaksın. Baktıklarınla, gördüklerin aynı olacak, o zaman güven duyacaksın.
Sonra dudaklarına dokunacaksın, ruhun onun ruhuyla bir olacak. Bakalım bedenleriniz sevecek mi birbirini, onu anlayacaksın.
Yüreğine dönüp soracaksın sonra, hızlı çarpıyor mu diye? Ardından sakinleşmesi için zaman tanıyacaksın. Bir vakit geçecek, hala el ele misiniz diye düşüneceksin. Aynı şekilde atıyor mu kalbin diye kontrol edeceksin.
Sonra… Sonrası ikinize kalmış! Ya birbirinizden sıkılacaksınız. Kalpleriniz yavaşlayacak, her şey eski haline dönecek, fırtına dinecek ve sıradanlaşacak bakışmalarınız. Artık en sen onda, ne o sende engin denizlerin sonsuz özgürlüğünü bulamayacak, ayrılacaksınız.
Ya sevmeyi becereceksiniz! Aşkın üstündekileri çıkartıp, kalbinizin başköşesine oturtacaksınız. İzzet, ikramda bulunacaksınız. Sürekli titiz davranacaksınız. Aç mı, uykusuz mu diye hep soracaksınız. Sırtına minder, yağına üşümesin diye çorap vereceksiniz. Kendinizden bile daha ilgili davranacaksınız. Aşk, çırılçıplak kalacak sonunda, adı sevgi olacak. Bu aşk oyununu siz kazanacaksınız!
Ben nereye gideceğini hayal etmiyorum. Sadece en yalın haliyle aşık olmak istiyorum. Bir çift göz bulup, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpsın istiyorum. Bazen dualar da yerine ulaşmıyor sanırım, yoksa aşık olmanın bu kadar zor olduğunu da düşünmüyorum.
Candan Ünal
Yüksek Topuklar Aşk & İlişkiler Editörü